Evrenin uçsuz bucaksızlığında, zeki yaşamın doğuş koşulları bilim adamları tarafından son derece sert olarak kabul edilir. Güneş sistemindeki herhangi bir küçük değişiklik, yaşamı ve insan varlığını tamamen öldürebilir. Bununla birlikte, dünya dışı yaşamı tartışırken, daha açık bir görüş ortaya çıktı: keyfi olarak diğer gezegenlerde yaşam olmadığını iddia etmek yerine, insansı veya Dünya benzeri yaşamı henüz keşfetmediğimizi ve yaşamın kendisinin sonsuz sayıda biçimde var olabileceğini kabul etmek daha iyidir.
İlginç bir hipotez, güneş sistemindeki gezegenlerin sırasının yaşamın üremesi ile yakından ilişkili olduğudur. Güneş ilk doğduğunda ışık zayıftı ve Merkür gibi güneşe en yakın gezegen yaşamı ilk doğuran gezegen olabilirdi. Güneş güçlendikçe, bu gezegenler yaşanmaz hale gelir ve yaşam, Güneş'ten biraz daha uzaktaki gezegenlere göç etmiş olabilir. Bu mantığa göre, dördüncü gezegen olarak Dünya, bilgelik kıvılcımını daha önceki bir uygarlıktan miras almış olabilir. Gelecekte, Mars ve Jüpiter gibi gezegenler de güneşin yaşam döngüsünün bir aşamasında yaşanabilir gezegenler haline gelebilir.
Evrenin sonsuz genişliği, insanları yaşamın evrenselliği hakkında derinlemesine düşünmeye teşvik eder. Yaşanabilir bölgede bulunan Dünya gibi bir gezegenin, evrende Dünya'dakinden daha fazla kuma sahip olabileceğine dair bir tartışma var. Koşullar izin verdiği sürece, tüm yaşanabilir gezegenler yaşamı besleme potansiyeline sahiptir. Dünyadaki ilk yaşam nereden geldi? Hayat neden hayat doğurabilecek tek dünyadır? Bu sorular bugün hala bilim adamlarını rahatsız ediyor. Bununla birlikte, yaşamın iklim değişikliğine yanıt olarak yaşadığı gezegenin çevresine uyum sağlamak için evrimleştiğine dair artan kanıtlar var. Örneğin, oksijen gezegenin ilk günlerinde zehirli bir gaz olarak görülüyordu, ancak zamanla uyum sağlamayan türler elendi ve oksijeni kullanabilenler yavaş yavaş gelişti.
Güneş sisteminin varlığı ve kusursuz işleyişi tesadüfi değildir. Dünya ile Güneş arasındaki mesafe tam olarak doğrudur, böylece Dünya doğru sıcaklık ve iklime sahip olur. Dünya Güneş'e daha yakın veya daha uzak olsaydı, ekosistemin çökmesine yol açardı. Bu hassasiyet şu soruyu akla getiriyor: Güneş sistemi gerçekten doğal bir olay mı? Yoksa ileri yaşam için bir tür tasarım mı? İkincisini destekleyecek kesin bir kanıt olmamasına rağmen, soru hala sonsuz bir hayale ilham veriyor.
Bilim adamları, yaşamın kökeni ve şekli konusunda açıktır. İnsanın kendi yaşam formlarında dünya dışı yaşamı keşfetmesinin önünde sınırlamalar olabileceğini kabul ediyorlar. Evrende suya ve oksijene bağımlı olmayan canlılar olabileceği gibi, farklı elementlerden oluşan canlılar da olabilir. Bu çeşitlilik, dünya dışı yaşamın keşfini olasılıklarla dolu hale getirir.
Dünya dışı yaşamı ve güneş sisteminin kökenlerini tartışırken, insanlar aynı zamanda Dünya'nın geleceği üzerine düşünmeyi de unutmuyorlar. Dünyadaki insanların, insan toplumunun düzenli bir şekilde gelişmesini sağlamak için anlayışlarını, inançlarını ve dağıtım sistemlerini birleştirmeleri gerekir. Aynı zamanda, insanlığın, Dünya'nın kaynaklarının tükenmesi ve nüfus artışının zorluklarını karşılamak için enerji ve uzayı uzaya aktif olarak keşfetmesi gerekiyor. Bu süreçte, insanlığın alçakgönüllü ve açık fikirli kalması, evrendeki kendi önemsizliğini ve cehaletini kabul etmesi gerekiyor.